Anayasamızdaki vergileme esaslarına eleştiri...
Ömer Bataroğlu*
Yeminli Mali Müşavir
Anayasamızda
Vergileme Esasları
Vergilemenin ilkeleri vardır. Onbeş kadar vergileme ilkesinin en önemlisi yasallık ilkesidir. O da ciddi şekilde dejenere edilerek uygulanmaktadır. İlkenin yer aldığı anayasa maddesinde istisnaları da belirtilmiştir. Mali güce göre vergi vermek bir ödev olarak belirlenmiş olmasına rağmen, adaletli ve dengeli vergileme maliyeye bir mecburiyet olarak değil sosyal amaç olarak önerilmiştir. Dolayısıyla vergilemede adalet ilkesinin anayasada yer aldığı iddia edilse de aslında öyle değildir. Anayasa adaletli ve dengeli vergileme konusunda tavsiye değil emir vermeliydi. Bunun eksikliğini kdv oranlarında, vergilerin başkalarına haksız yere yansıtılmasında sıklıkla görürüz.
Takip eden, eşitlik, tarafsızlık, adalet, dönemsellik vb gibi ilkeler Vergi Usul Kanununda bazen açıkça bazen de zımnen yer almaktadır. Bazıları da hiçbir yerde yoktur. Suçların şahsiliği, geriye yürümeme, kazanılmış hak gibi hukukun temel kavramlarına genellikle saygı duyulmaktadır. Ancak bu konularda bile zaman zaman hatalar yapılmıştır. Ancak her türlü değişikliklerle ilgili geçiş hükümlerinde sürekli olarak mükellef aleyhine yorumlar ve uygulamalar yapılagelmiştir.
Yukarda saydığımız vergileme ilkelerinden en önemlisi vergilemede adalet ilkesidir. Bu ilkenin açıkça konu edildiği veya tanımlandığı bir kanun yada anayasa maddesi yoktur. Adalet eşitler arasında mutlak eşitliği, eşit olmayanlar arasında da göreceli eşitliği gerektirir. Kamu hizmetinin maliyetine adaletli ve dengeli katılmak eşit vergileme ile mümkündür. Çok kazanandan çok vergi alınması eşitliği zedelemez. Bunu sağlayan uygulamalardan biri artan oranlı vergilemedir. Bu madde adaleti sağlar ancak ilkeden bahsetmez. İlke herhangi bir maddede tanımlanmayınca ne olur? Mesela, maddede geçen rakamların üst sınırı düşük tutulur da herkes % 35 lik verginin muhatabı olursa veya kademe sayısı 4 den 3 e indirilirse madde etkinliğini kaybeder, eşitlik zedelenir. Görüldüğü gibi, basit kanun değişiklikleriyle adalet sağlanır da bozulur da.. İlk yıllarında etkisi yüksek olan aile ve çocuk indirimi enflasyonla beraber eriyip gitmiştir. Bu arada tadımlık adalet de yok olmuştur.
Ayrıca Vergilemede mükellefiyetin de önemi büyüktür. Mükelleflerin veya vergi sorumluların mevcut hukuk rejiminden ve/veya geleneksel uygulamalardan kaynaklanan sebeplerle vergi yüklerini başkalarına haksız şekilde yansıtmaları da çok vahim adaletsiz durumların başında gelmektedir. Örneğin stopajı kiracısına ödeten bir mal sahibi, oluşabilecek vergi iadesini de ilaveten cebine indirmektedir. Vergi dairesinde vezne kuyruğundasınız. Önünüzdeki yaşlı amca ayda 200, yılda 2400 liralık kira geliri için gecikmiş vergisini faiziyle ödeyecek, arkanızdaki beyefendi stopajı kiracısı tarafından ödenmiş 290.000 TL lik kira gelirinden iade alacak. Halbuki kontratı yazarken elektrik suyu ödeyeceksin vergilere de karışmam der. 50-60 yıldır sürüyor bu adaletsizlik, üstelik iktidar partilerinin çoğunun adında ADALET kelimesi varken. Ayrıca hayretle edilecek bir konu olarak, yaklaşık 10 yıldır kiralarda ve serbest meslek erbabında çoğunlukla iade gerektiren stopaj uygulaması, bürokrasiye stopaj oranını azaltmayı neden hatırlatmaz.
KDV oranlarındaki komik adaletsizlikler ile uçurum denilebilecek oransal farklılıklar da mükellefleri kanunsuz uygulamalara yöneltmektedir. Konut alanı 150 m2 den bir cm2 fazla olursa KDV % 18, olmazsa % 1.. nasıl hesaplanacak o da belirsiz. Hukuk bir santimle mi ölçülecek, üstelik en düşük kdv matrahının misalen 100.000 TL olduğu bir konuda..Sonuç olarak vergilemede adalet ilkesinin tanımlanmamış olması, çeşit çeşit adaletsizliklere meydan vermektedir. Bunun tanımlanmamış olması vergi uygulamacılarını da, vergi yargısını da zor duruma düşürmektedir. Bir konudaki İçtihadı birleştirme kurul kararı ikincisinde ters yönde gelişebilmektedir.
Vergileme ilkelerinin Anayasamızda yetersiz düzeyde yer alması vergi sistemimize önemli zararlar vermiştir. Yetersiz tanım sebebiyle Bakanlığın sebep olduğu sayısız adaletsizliklerden aklımıza gelen birkaç örnek aşağıda sunulmuştur.
- Eskiden Vergi Ziyaı cezasının nisbi kısmı yanında, gecikme faizine de bağlanan ek bir kısmı daha vardı. Ek kısmın anayasaya aykırı olduğu defaatle yazıldı çizildi, Anayasa mahkemesi karar verdikten sonra düzeltildi. Bu konudaki şahsi davamızda ciddiye alınmamıştık.
- Aynı konuda mükelleflere farklı stopaj oranı uygulanması, eşitliğin alenen çiğnenmesiydi. Bu da gerçekleşti. Garip ama gerçek. Menkul sermaye iradı stopajındaki farklılığı düzenleyen maddeyi kaldırmak yine Anayasa Mahkemesine kaldı.
- Haksız yere alınan 2003 yılı fon payı hakkında yazılan makalelerde kanundaki zalimce ifadeyle, yıl içinde avans alınan fon payının iade edilmeyeceği gibi gider bile yazılamayacağı tebliğlerdeki gibi tekrarlanıp durdu. Sanki kul sözü değildi. Anayasa Mahkemesince Oybirliğiyle kaldırıldı. Bu konudaki şahsi davamızda da ciddiye alınmamıştık.
- Dönemselliğe açıkça aykırı olarak yazılan kanunu düzeltmek yetkisiz olmasına rağmen Danıştay Genel Kuruluna kalmamalıydı. (sgk primlerinin ödenmemesi)
Bu konunun alakasız bir kanunda yeniden ve mükerreren düzenlenmesi hukuksuzluğu gidermemiştir.
- Takdir komisyonlarında geçen sürenin tarh zamanaşımını durdurması, mükellefin iradesinin dışında gerçekleşen bir işlem olması sebebiyle Anayasaya aykırı bulundu. Yeniden düzenlenen kanunla zamanaşımının uzamasına 1 yıllık tavan süre getirildi.
Yeni hali anayasaya çok mu uygun? Daha açık söyleyeyim Tarh zamanaşımı 6 yıl oldu.
- Yatırım indirimi kazanılmış haktır. Mükellefe sonsuza dek indirim hakkı tanır. İndirimden yararlanmaya süre sınırı getirilmesi anayasaya açıkça aykırı idi. AYM Kararı da bu yönde çıktı. Ancak bürokratlar tarafından hazırlanan yeni kanunla yatırım indiriminin kullanımında süre sınırı kaldırılıp yerine oransal sınır getirildi. Yine kısıtlayıcı bir düzenleme ve hakkın tam kullanılmasının imkansızlaşması. Yatırımcı firmaların yatırımlarından netice alacakları yıllar genellikle 5 nci yıldan başlar. Bu sürede zaten kredi faizi ve amortismanlar sebebiyle kar zaten oluşmaz. Piyasada tutunabilmek de ayrı bir dert. Mükellefin indirim hakkının enflasyon ile aşınmaması için endeksleme uygulamasından bile yararlandırılması hassasiyetindeki Devlet duruşunun bir anda hukuksuzca ters dönmesini maliye camiası olarak anlayamadık.
- Kriz var deprem var diye diye geçici olarak konulan Özel İletişim Vergisi kalıcı vergi oldu. Üstelik nedense Kanunen Kabul Edilmeyen gider. Teoriyi de silip attılar. Halbuki gider vergileri gider yazılabilirdi.
- 6111 s. Af kanunu çıkarıldı bir hukuk faciasıyla birlikte. Olabilecek ikmalen tarhiyatlardan şirketlerin eski ortakları ile ymm leri sorumludurlar. Çok yakın bir zamanda yeni ortakların eski vergilerden sorumluluğu Anayasa mahkemesinden dönmüştü.(Bu düzenleme de saçmaydı zaten-bunları mecliste okuyan yok herhalde) Davadan vazgeçerek aftan yararlanma yetkisi ise tabii ki sirküler sahibi ve sorumsuz son ortaklara aittir. Kim başkasını kurtarmak için çaba sarfedecek ve şirket olarak birinci sırada borçlu olmayı kabul edecek. Anlaşmak zorundalar mı? Sorumlu yetkisiz, sorumsuz yetkili.... İşte size hukuk skandalı, bu kadar basit bir konu nasıl unutulur. Ankaralı bürokratlara telefonla ulaşamadık. Bari muhakemata soralım dedik. Onlar da sadece dava takip ederlermiş, kimse onlara bir şey danışmazmış. Buyrun buradan yakın. Maliye bakanlığında hukuk yok. Esnafın bile avukatı var.
- Aynı kanunda, YMM lere de af var, ama ödeme emri geldiyse. YMM kim oluyor ki, incelemeden haberi olsun. Savunmadan haberi olsun. (İkinci kere düzenlenen vergi incelemesi usulü mevzuatında hala YMM ye haber verme yok.) Vergi dünyamızın tek yargısız infaz örneğidir. İlişkisini kopardığı mükelleften dolayı 15 yıl sonra da ödeme emri gelebilir. Herkesin her tür vergisel sorumluluğunu şartlı af kapsamına alan kanunda, Herkese tahakkuk aşamasında af tanınırken, YMM lere tahakkuk aşamasında af kapısı eski ortaklar gibi kapalı tutulmuştur. Hangi mantıkla yaptılar bunu. Mantık yok unuttular (ya da bilmiyorlar) çünkü.
- Çok genel ifadelerle Bakanlığa verilen geniş yetkilerle, kanunlarla henüz düzenlenmemiş konular da yetkisiz olarak düzenlenebilmektedir. Mesela beyan usulü sistemi değişmeden, mükellefi beyanından sorumlu tutan ve cezalandıran devlet defterleri gel beraber tutalım, bana düzenli iç bilgi ver diyor. Mizan bildiriminde verilenler iç bilgidir. Beyan sisteminde beyan eden ve beyanı kabul eden vardır. Hatalar şiddetle cezalandırılmaktadır. Hem beraber ol, hem sorumlu tut, kılıç salla. Tamamen beyan sistemine aykırı. Mükellefin incelenmedikçe saklı bilgisi olmayacaksa beyan sistemi niye var ki?
- Kanunla düzenlenmesi gereken bir konu düzenlenmeyince konuyu çözmek Yargıya kalır. Bürokrasinin ne hakkı var yürütme erkinin yetkisini yargıya bırakmaya. Örneğin Serbest meslek erbabının kdv yükümlülüğü hizmetle mi doğar, tahsilatla mı. Bu konuyu düzenlemek Danıştay Vergi Daireleri Genel Kurulunun görevi midir ki, 10 yıl sonra ikinci kere üstelik sanki cezalandırırcasına ters yönde karar çıkıyor. Hukukun eksik düzenlenmesi de bir çeşit hukuksuzluktur.
- Anayasa Mahkemesinin yatırım indirimi hakkındaki gerekçeli iptal kararı Resmi Gazetede yayınlanmadı diye, kazanılmış hakkın iadesi maliyenin yorumuyla 2010 yılına ertelenmiştir. Neden mükellef lehine yorumlanmaz ki.
- Yüzlerce tebliğ cümlesi, Kanuna aykırı olarak düzenlendiğinden Danıştayca iptal edilmiştir
- Yasal bir düzenleme olmaksızın sirküler adı altında ikincil metinlerle süre izinleri verilmekte ve izahlar yapılmaktadır. Sirküler kelimesinin bir yetki maddesinde geçmesi için 5-6 yıl kadar bekledik. Yeni kanunsuzluklar türedi bu arada. Duyurularda bile daha önce düzenlenmemiş konulara yer verilmiştir. KDV iadelerinde kullandığımız indirilecek kdv listelerinde küçük faturaları topluca yazmaya getirilen % 5 lik üst sınır, hiçbir mevzuatta yoktur ama duyuruda geçiyor. Bir tebliğde geçen % 5 lik alt firma incelemesi toleransı ile bağlantısı varmış mış. Açık açık yazmadıkça ne anlamı var. Tebliğ değiştirmek çok mu zor. Buna kendin çal kendin oynama denmez mi? Yetki sınırsız olunca, gün gelir tanıtım programları da, basın toplantıları da, hatta raflardaki bilgilendirme broşürleri bile mevzuat yerine geçebilir. Almadan geçmeyin.
YUKARDAKİ HUKUKSUZLUKLARIN TAMAMI her ay sadece dergilerde ortalama bin sayfa telif eser verilen Türkiye’mizde on binlerce akademisyenin, uzmanın, denetçinin, meslektaşın gözü önünde cereyan etmiştir. Pes etmişlerdir hukuksuzluk seli karşısında, hatta işi gırgıra vurmuş profesörlerimiz vardır.
Hukuksuzluğun sonu yok. Yukarıda görüldüğü gibi vergileme ilkelerinin yanı sıra kimi zaman eşitlik, kimi zaman geriye yürüme, kimi zaman kazanılmış hak gibi temel hukuk ilkeleri bile alenen çiğnenebilmektedir. Meclis iradesinin bu denli yanılması mümkün müdür? Hayır, buna inanmak istemiyorum. Burada açıkça işinin içinde doğmuş büyümüş ve hapsolmuş, kör ve sağır bürokrasi dünyasının bağnazlığı vardır. Sadece ben bilirim duruşu vardır. Kibri, azameti, aymazlığı ve hatta gafleti vardır. Gafletin apaçık örneği 2003 yılı fon payının kaldırılmasıdır. Avans olarak alınan verginin hesabı yıl sonunda kesilir. Eksik gelirse tamamlanır, fazla ise iade edilir. Yıl sonu itibariyle kaldıracağın vergiyi yıl içinde neden tahsil etmeye devam ediyorsun. Tahsil edeceksen yıl sonundaki hesaplaşmadan niye kaçıyorsun. Bu hatayı yapanlar torba kanunlara koymuşlar fon payının iadesi hükümlerini. Bu konudaki bir genelgeyi tesadüfen gördük de haberimiz oldu. Ne meclisin haberi var ne mükellefin. Merter vergi dairesinde mahsuben tek iade taliplisi benim, onu da ödeyemediler. Başka daireye mahsup istenince verdiğimiz stopaj klasörleri ve listeler yetmiyor, karşı dairelerden teyid bekliyorlar mış. Sanki para başka devletin vergi dairesine gidecek. Üstelik teyidi eksik çıkan müşterim de kamu şirketiymiş..
İşte görüyorsunuz, her şey yasalarla başlıyor ve bitiyor. Yasalarımız eksik ve yanlışlarla dolu. Anayasa mahkemesi Meclisi değil bürokrasiyi denetliyor aslında. Ancak sonuç olarak Meclisimiz küçültülüyor. Anayasa mahkemesi niye meclisin üzerinde diyor insan. Ne yapalım ki milletvekillerinin de her konunun uzmanı olması mümkün değil. Anayasa mahkemesi kararlarını okurken iptallere seviniyorum ama beni temsil edenlerin iradesinin ezilmesinden de utanıyorum.
Mükellef Hakları:
Anayasamızın en önemli eksiklerinden biri adı yüksek lisans derslerine isim olmuş mükellef haklarıdır. Bu konu kanunlarımızın hiçbir noktasında ele alınmış değildir. Hakları hatırlatılmaz, korunmaz, memurlar tarafından itilip kakılırlar, dosyalarından bilgi ve belge alamazlar, bilmedikleri konularda aydınlatılmazlar. Böyle bir görevleri yoktur. Dilekçeye pişmanlık kelimesini yazmadı diye ceza yiyenler olur. Çünkü memurlar robottur. Üstelik mükelleflere yardımcı olmaları da yasaktır. İnsani boyutunu yitirmiş bir uygulama ve bunu besleyen hukukun önüne geçmek gerekmez mi. Bunun adresi de anayasamızdır. İyiniyetli kalite yönetimi teşebbüsleri vardır ancak düzenlemeler memuru köşeye sıkıştırmadıkça bir anlamı yoktur. Müdürleri mağaza veya banka müdürü gibi yetkili ve sorumlu tutmadıkça memurlardan kibarlık beklemek abesle iştigaldir. Memurlar izne gider, hastalanır, kursa gider, sınavı gelir çatar. Dosyalar da onu bekler. Müdürler de sorumlu olmalı geciken her işten.. Bu konular kanunla düzenlenmedikçe, kanunla düzenlemeye anayasa buyurgan olmadıkça sonuç alınması mümkün görünmüyor.
Vergi incelemelerinde horlanan mükellefin Müfettişi Reddetmeye hakkı olmalıdır. Müfettişi reddedemezsek, ağzına geleni söyler, cevap veremezsiniz. (Lütfen şaşırmayın bizzat şahit olduk eski müfettiş olmamıza rağmen) Mahkemelerde yüce mahkeme, yüce hakim diye hitap ettiğimiz kişileri red yetkimiz varken, müfettişler neden reddedilemesin. Kızdırmamak için küçük harflerle konuşmalı, yoksa müfettiş bey önceki yıl defterlerini de isteyebilir. (Yeni ÇAĞDAŞ değişikliklerde bu yetkileri hala var.)
Vergiyi alırken faiz isteyen maliye iade ederken de faiz ödemelidir. Hatanın olduğu yerde keenlem yekün tesis edilebilmelidir. Bunu sağlayacak düzenlemeler yasalarımızda yoktur. Gecikmiş iadelere ödenecek faizin konusunda vergi yoktur. Acı ama gerçek..
Maliyeye mükellef haklarını koruma ve kollama görevi ana esaslarıyla birlikte anayasamızda verilmelidir. Tıpkı İdari yargıya re’sen yargılama görevi verildiği gibi.
SONUÇ
Hükümetleri ve özellikle bürokrasiyi vergileme görevinde adalet çizgisinde tutmak için,
a- mevcut
anayasadaki vergi ile ilgili maddenin devamı olarak Sayıları onbeş civarındaki vergileme ilkelerinin
önemli bölümü emredici ifadelerle anayasamızda uzun da olsa yer almalıdır.
b- Mükellef haklarını korumayı emreden bir
düzenlemenin de anayasamızda yer alması gerekir.
Anayasada teferruatlı düzenlenmiş vergileme esasları, Anayasa Mahkemesine de rehber olur, kararlara istikrar gelir, sağlıklı içtihad oluşur. Anayasanın kısa olması sorun çözebilecekse iyidir. Türkiyemiz fakirlik ve azgelişmişlik günlerini geride bırakmaktadır, gelecekte refah toplumu olarak karşılaşacağımız önemli konulardan biri tıpkı batıda olduğu gibi ne kadar vergi verileceği ve emekli maaşlarının ne olacağıdır. Bu konuları tamamen maliyenin insafına bırakan bir anayasa muhtemel kaos ortamında yetersiz kalacaktır.
Ayrıca ve özellikle Anayasa Mahkemesince oybirliğiyle iptal edilen kanunların taslağını hazırlayan bürokratlar kadrolarıyla birlikte tasfiye edilmelidir. Hatta Meclis iradesini ifsad etmekten yargılanmaları bile gerekir.
* Ömer Bataroğlu YMM
Eski Maliye Müfettişi Muavini
MBA Mali Hukuk